Beşinci Bültenden Merhabalar
Sevgili Okuyucu;
Müzik aracılığıyla kurduğumuz bağın, senin için hazırladığım haftalık içeriklerle daha da güçleneceğini umut ederek beşinci bültenimi paylaşıyorum.
Hayata, sanata, psikolojiye dair yazılarımı, müzik, kitap, dizi/film önerilerimi bulabileceğin bu bültenin yeni sayısında, başkalarının beklentilerini karşılamak adına, kendimizi nasıl yıprattığımıza değiniyorum...
Beşinci Bültenden Merhabalar
Sevgili Okuyucu;
Müzik aracılığıyla kurduğumuz bağın, senin için hazırladığım haftalık içeriklerle daha da güçleneceğini umut ederek beşinci bültenimi paylaşıyorum.
Hayata, sanata, psikolojiye dair yazılarımı, müzik, kitap, dizi/film önerilerimi bulabileceğin bu bültenin yeni sayısında, başkalarının beklentilerini karşılamak adına, kendimizi nasıl yıprattığımıza değiniyorum...
Kendin Olma, Başkası Gibi Ol!
''Başkası olma kendin ol'' tarzı sözler çok modaydı bir zamanlar... Hatta Tarkan'ın da bunda payı çok büyük:) Ama şimdi işler tersine döndü. Şimdi moda, herkes gibi olmak. Yüzler, bakışlar, dudaklar, burunlar, bir birine benziyor. Şarkıların ritmleri aynı, dizilerin konuları çalıntı, kıyafetler birbirinin kopyası... Hem ön plana çıkıp, biricik olmak istiyoruz, hem de tutan formülleri uygulayıp aynılaşıyoruz, sıradanlaşıyoruz.
Bütün bu mücadele içinde sürekli kırılıp dökülmekten kendi öz parçalarımızı bulamaz hale geliyoruz. Bulamayınca da bize başarılı ve güzel olarak dayatılan yüzleri, sözleri, davranışları yama yapıyoruz kendimize. Ama söküklerimiz sırıtıyor alttan alta. Yamalı, bereli ruhumuzun kumaşı inceliyor. Kendimiz silikleştikçe, filtrelerin de dozu artıyor.
Filtresiz Yaşamak...
Kendimiz olmak yeterince tatmin edici olursa, başkalarından üstün olmak gibi saplantıya kapılmayız. Ama kendimiz olmamıza çok da izin verilmiyor. Bir yarışın içine düşmüşüz, sürekli başkalarıyla kıyaslanıyor ve kıyaslıyoruz. Doğal olmamız istenmiyor artık. Hayatımıza filtre basmazsak, silik ve ezik diyorlar bize. Aman öyle demesinler diye çırpınıp duruyoruz.
Sırf sevilelim, dışlanmayalım diye bize yanlış yapan insanları sineye çekiyoruz. Ama yine de sevgilerini kazanamıyoruz. Aksine, onlara, bize kötü davranabilme hakkını kazandırıyoruz.
Onların davranışlarına tahammül ettikçe, sadakatlerini de kazanamyoruz. Aksine onlara tepemize çıkma hakkını kazandırıyoruz. Çünkü onlar, bize değil, ihtiyaçlarını karşılıyor oluşumuza sadıklar. İhtiyaçları değişince,sadakatleri de değişiyor, bizi de başkasıyla değiştiriyorlar.
Zaten zaman değişim zamanı, tamir değil. Bozulan oyuncaklar, telefonlar, televizyonlar artık hiç tamir edilmiyor, hemen yenisi alınıyor. Dostluklar, aşklar, ilişkiler de tamir edilmiyor artık. Gerek yok, yenisi alınıyor.
Kendimi Kırdım Ben...
Yanlış ilişkilerimizin faturasını kendimizle ödüyoruz. O kadar harcandık ki küçücük kaldık belki de. Kendi ceket cebimize sığacak hale geldik. Yine de talepler bitmiyor değil mi? Kimi vicdanımıza oynuyor, kimi duygumuzu sömürüyor, kimi korkuyla sindiriyor, kimi egosunu üzerimizde zıplatıyor.
Onu kırmayayım, bunu üzmeyeyim, şunu kazanayım derken, kendimizi bol bol kırıyoruz. Çatlamış fay hatlarımız var kalbimizde. Zaten dört bir yanımız da kalpzede. Kimimiz sadece bağırıp ağladığında ebeveynlerince fark edilen çocuklar gibi sosyal medyadan köpürüyor, bağırıyor. Sevgiyi ve ilgiyi ancak, sorun çıkararak alırım sanıyor.
Kimimiz iç dünyasında kontrol edemediğimiz boşlukları, işyerindeki çalışanlarını kontrol ederek, ya da etrafına zorbalık yaparak kapatmaya çalışıyor. Kimimiz sürekli nasıl göründüğünü, yediğini, içtiğini, giydiğini parlatmanın peşinde. Kirli iç dünyasını, dış vitrinini ışıklara boğarak gizlemeye çalışıyor.
Kendi elimizle un ufak ediyoruz kendimizi. Yalnız kalmamak, dışlanmamak için. Oysa kendi kendinden çıkarıldığı an, elde var sıfır kalıyor insan.
Bir Kurşun Kalem Hikayesi...
Hayat, sıfırcı hocalar gibi olma derdinde mi yoksa bize bir şeyler mi anlatmaya çalışıyor? Amacı bizi düşürmek mi yoksa kalkmayı öğretmek mi? Youtube'da izlediğim şu klasik motivasyon videolarından birinde konuşmacı, hayattaki zorlukların aslında bizi yıprattığı kadar güçlendirdiğini de anlatıyor.
Diyor ki ''Kurşun kalem, kalemtraşla traşlandıkça sivrilir ve aslında daha işlevsel hale gelir ve acı verici gibi görünen bu traşlanma sayesinde en verimli halini kazanır.''
Yani demek istiyor ki, çektiğimiz acılar bizi güçlendirir. Ama şu gerçeği unutuyor. Kalem, traşlandıkça sivrileşip daha iyi yazıyor, doğru ama bir yandan da tükeniyor. Hatta sonunda bit kadar kalıp çöpü boyluyor!
Durumumuz kurşun kalemlere benziyor. Bir yandan güçlenmek, sivrilmek istiyoruz ama bir yandan da tükenip çöpü boylamaktan korkuyoruz. Belki de yanlış şeylerden korktuğumuz için tükeniyoruz.
Aslında yalnızlıktan değil, yanlış kalabalıklar içinde yalnız kalmaktan korkmalıydık.
Hata yapmaktan değil, hiç denememiş olmaktan....
Ölümden değil, hakkınca yaşayamamaktan...
Kendimiz olmaktan değil, başkası gibi olmaktan korkmalıydık...
Elde Var sıfır...
Lisede bir öğretmenim, tahtaya 1 rakamını çizmişti.
''Bu 1 rakamı, sizi temsil etsin'' demişti.
''Çünkü hepiniz biriciksiniz. Şimdi bu 1'in yanına bir tane 0 koyalım. Sıfır, başarıyı temsil etsin. Sayının değeri de 10 olup büyüdü tabi böylece. Şimdi bir sıfır daha koyalım. Bu da zenginlik olsun. Sayının değeri 100 olup daha da büyüdü tabi. Haydi bir sıfır daha koyalım. Bu da saygınlık olsun. Sayının değeri 1000 oldu. Baya büyüdü, öyle değil mi? Ama şimdi şu en baştaki 1 rakamını silelim bakalım ne olacak... Geriye ne kaldı?''
Geriye sadece sıfırlar kalmıştı.
''İşte,'' dedi öğretmenimiz. ''Kişiliğinizi sildiğimizde geriye bu kalır.''
Öğretmenimin bu anekdotu hep aklımdadır. O birler nerelere gitti? Boyuna sıfır biriktirip duruyoruz da birler nerde? Kişiliklerimiz, prensiplerimiz, ilkelerimiz, hayallerimiz kayıp. Başkaları üzülmesin, bizi sevsinler ve beğensinler diye yarımızdan çoğunu kaybettik. Kalan parçalarımıza bari sahip çıkalım. Kendimizi yeniden yaratalım.
HAFTANIN ŞARKISI
Bu kadar çok kendimizi kırıp dökmekten bahsetmişken, tabi ki haftanın şarkısı ''Kendimi Kırdım Ben'' olmalıydı...
HAFTANIN SÖZÜ
Kendi değerlerimizi başkalarının onayını ve sevgisini kazanmak için harcadığımızda, gerçekte kim olduğumuzu hatırlamak zorlaşır. Rahmetli Doğan Cüceloğlu'nun Savaşçı kitabında bu konuyla ilgili çok güzel bir sözü var:
“Diğer insanlarla olan ilişkilerinizi kendinizle olan ilişkinizden daha üstün tuttuğunuz andan itibaren, yalnızlık başlar. Bir süre sonra kendinizin değil, diğer insanların beklentilerini yaşayan sıradan bir insana dönüşürsünüz.”
HAFTANIN DİZİSİ
Living with Yourself
Çok eğlenceli ama bir o kadar da kendimiz olmanın ne demek olduğunu sorgulayan bir diziden bahsedeceğim size. ''Sen şöyle harikasın, şöyle süpersin, daha iyisini yaparsın, daha iyi bir versiyonuna ulaşman mümkün'' gibi ucuz motivasyon sözleri vardır ya, işte bunun gerçek olduğunu ve daha iyi versiyonunuzun klonlanıp çat diye hayatınıza girdiğini bir düşünün, neler olur...
Netflix'te diziyi bulabilirsiniz. Ben bir oturuşta bitirdim:)
HAFTANIN FİLMİ
Kelebekler
Bu film, gerçekten son dönemde en çok etkilendiğim filmlerden biri oldu. Birbirinden kopmuş üç kardeşin, babalarının çağırması üzerine bir araya gelip köylerine dönmeleri, babanın vefatı nedeniyle köyde kaldıkları süre boyunca kendilerini ve birbirlerini yeniden keşfedişlerini izliyoruz. "Sarmaşık"ın ödüllü yönetmeni Tolga Karaçelik’in yönetmenliğini üstlendiği “Kelebekler” filminin oyuncu kadrosunda Bartu Küçükçağlayan, Serkan Keskin, Ercan Kesal gibi oyuncular rol alıyor. Sanat filmlerine karşı önyargınız varsa korkmayın. Bu film, entelektüel olan sıkıcıdır tarzı kodlarınız varsa, onu yıkmanız için birebir.
Sevgili okuyucu;
Bültene destek olmak istiyorsan lütfen profilinde, sayfalarında, gruplarında paylaş. Ailemiz büyüsün:)
Sevgiler, iyi haftalar.
AYDİLGE
Not: Eğer senin de hayatta karşılaştığın zorluklar ve mücadelenle ilgili benimle paylaşmak istediklerin varsa lütfen bulten@aydilge.net adresine mail at.
Sizden gelenler köşesinde bazılarını yayınlamaya başlayacağım.