Dördüncü Bültenden Merhabalar
Sevgili Okuyucu;
Müzik aracılığıyla kurduğumuz bağın, senin için hazırladığım haftalık içeriklerle daha da güçleneceğini umut ederek dördüncü bültenimi paylaşıyorum.
Hayata, sanata, psikolojiye dair yazılarımı, müzik, kitap, dizi/film önerilerimi bulabileceğin bu bültenin yeni sayısında ''Zorbalara rağmen kendimiz kalabilmek'' konusuna değinelim istedim...
Dördüncü Bültenden Merhabalar
Sevgili Okuyucu;
Müzik aracılığıyla kurduğumuz bağın, senin için hazırladığım haftalık içeriklerle daha da güçleneceğini umut ederek dördüncü bültenimi paylaşıyorum.
Hayata, sanata, psikolojiye dair yazılarımı, müzik, kitap, dizi/film önerilerimi bulabileceğin bu bültenin yeni sayısında ''Zorbalara rağmen kendimiz kalabilmek'' konusuna değinelim istedim...
İlk okulda kısa boylu bir kız olarak (hala öyleyim) beden derslerinde pek çok atlamalı zıplamalı hareketi beceremezdim. Bunun nedeni boyumun kısa olmasından çok, boyum kısa olduğu için bu hareketleri yapamayacağıma yüzde yüz inanmış olmamdı.
Dalga geçen akranlarım yetmezmiş gibi bir de ''Bücür boyunla sen bir dur yahu'' diyen öğretmenim sağ olsun, yapamayacağıma inanmam çok kolay olmuştu.
O yaşta kendi kendimi küçük bir bilge edasıyla teselli edip, ''Önemli olan kafandaki limitleri kaldırmak'' gibi laflar edecek kapasitem olmadığı için genellikle iç sesim, moral vermek yerine, beni kelimelerle dövmeyi tercih ederdi: ''Bücürsün işte yine yapamadın!''
İşin ilginç tarafı yalnızken daha başarılıydım. Ama mesela salonda kimse yokken ardı ardına attığım basketleri, içeri biri girdiği anda çatlasam da patlasam da atmam mümkün olmuyordu. Atamadıkça daha kötü hissediyor, neredeyse topu düzgün tutamaz hale geliyordum. Sanki tüm dünya benimle alay ediyordu:
''Aaa bak şurdaki Aydilge değil mi, hani şu basket atamayan kız var ya!''
ZORBALARIN ÇARESİZLİĞİ
Oysa basket atıp atamam benimle dalga geçenlerin çok da umrunda değildi. Onların derdi, sadece beni incitmekti. Yani mesele benim yeteneksizliğim değil, onların çaresizliğiydi... Yanlış duymadınız, evet onların çaresizliği! Bir düşünün: Başka birinin acısıyla mutlu olmak, gerçekten bir güç müdür, yoksa güçsüzlük mü?
O yüzden zorbalık özünde güçsüz insanların silahıdır. Gerçekten güçlü olanlar, başkasının acısıyla mutlu olma çaresizliğini kapılmazlar. İyi hissetmek için başkasının acısına muhtaç olmak, çaresizlik değil de nedir? Benim çaresizliğim ise, uğradığım akran zorbalığının farkında olmayıp, gerçekten de kendimi yetersiz ve eksik sanmamdı.
KURBAĞA MASALI
Annem ne kadar üzüldüğümü anladığı için bir gün bana bir kurbağa masalı anlatmaya kalkmıştı. ''Eşek kadar oldum anne, ne masalı ya,'' dememe rağmen ağzıma bir dilim kek sıkıştırıp başlamıştı anlatmaya:
''Bir gün bir grup kurbağa, yüksek bir ağacın dalına zıplamaya karar vermişler. İlk önce kim zıplarsa birinci gelecekmiş. Hepsi çok hırslanmışlar. Fakat izleyici kurbağalar durur mu? Onlar da hemen başlamışlar negatif negatif konuşmaya:
''Yahu o dala nasıl zıplayacaksınız? O dal çok yüksek. Haddinizi bilin!''
Yarışan kurbağaların morali bozulmaya başlamış ve birer birer başarısız atlayışlar yapmaya başlamışlar. Hiçbirinin baştaki öz güveni kalmamış. Seyirciler de keyiflenip ''Hahaha demiştik biz size, rezil oluyorsunuz. İşte boyunuzdan büyük işe kalkışırsanız böyle olur'' diye dalga geçmeyi sürdürmüşler.
Kurbağaların iyice morali bozulmuş, beter olmuşlar. Ta ki bir tane kurbağa, gayet sakin bir şekilde gelip, zıp diye dalın üstüne oturana kadar! Başarmış! Herkes şok olmuş.
Hemen kurbağa aşağı inince sormuşlar. Nasıl başardın, bu işin sırrı ne, anlat bize diye... Kurbağa ise onları duymamış. Çünkü sağırmış! Zaten başarısının nedeni de buymuş. Hiçbir negatif konuşmayı, moral bozucu ''yapamazsın, edemezsin''leri de duymamış.
DUYMAMAK MÜMKÜN MÜ?
Zorbalar, toksik insanlar, yapamazsın edemezsinciler dört yanımızı sarmış durumda. Onları fazla dinlersek, kendimize olan inancımızı yitirmemek imkansız.
Peki her gün yeni kötülük ve felaketlerden haberdar olduğumuz bir dünyada, ''kendimize'' inanmak mümkün mü? Hatta bir kendiliğimiz var mı? Kaldı mı? Kaldıysa bile bu kadar kirin, pisin içinde yeterince temiz mi?
TOKSİK İNSANLAR...
Kendini temiz tutmaktan bahsedince aklıma yeni bir hikaye daha geldi:
Bir kadın, kocasıyla beraber kahvaltı yaparken, çamaşırlarını asan komşusunu görüyor ve diyor ki ''Ay şu çamaşırların haline bak, bu komşumuz çamaşır yıkamayı bilmiyor, kirli bunlar.''
Adam karısına bakıp, anlam veremeden kahvaltısına devam ediyor. Kadın ise komşusunun çamaşır astığını gördüğü her seferinde aynı yorumu yapmayı günlerce sürdürüyor. Birkaç hafta sonra bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın şaşkın bir şekilde:
''Hele şükür, sonunda çamaşır yıkamayı öğrendi bizim komşu bak,'' diyor kocasına. Kocasından ise şöyle bir cevap geliyor:
''O öğrenmedi. Ben bu sabah biraz erken kalkıp pencerelerimizi temizledim. Çok kirliydi''
İşte zorbalarla yaşadıkça biz de buna dönüşüyoruz belki de. Kirli camlara... Gözümüzün, kalbimizin penceresini nefretle yıkadıkça... Süper formüllü bir deterjan da yok ki kalbimizi yıkasın... O yüzden iş önce kendi kalbini temiz tutmakla başlıyor...
HAFTANIN BİLGELİĞİ
Bu hafta bende hikaye çok:)
Haftanın Bilgeliği bölümü içinse şu güzel hikayeyi seçtim:
İki çocuk buz kaplı bir gölde oyun oynarlarken buz çatlıyor ve çocuklardan biri suya düşüyor. Gölün kenarındaki insanlar, uzaktan bunu görüp bağırmaya başlıyorlar. ''Eyvah, ne olacak şimdi? Çocuk suya düştü! Diğer çocuğun, onu kurtarması mümkün değil. Ay baksana nasıl da cılız bir şey. Nasıl çıkarsın arkadaşını gölden! Ah ölecek çocukcağız gördün mü? Ah, ah ah, vah , vah!''
Bu yetişkinler bir çözüm bulacaklarına, boş boş ahlanıp vahlanmaya devam ederken, bizim cılız, bıdık çocuk, canla başla uğraşıp arkadaşını sudan çıkarıyor.
Yetişkinler gözlerine inanamıyorlar. ''Ay mucize, oldu, ay bu nasıl olur, nasıl bu cılız çocuk arkadaşını kurtarabilir?''
Bilge bir amca yanlarına yaklaşıyor ve diyor ki ''Olur da olur, bal gibi olur; çünkü çocuk sizin onun başaramayacağına dair yaptığınız konuşmaları duymayacak kadar uzaktaydı.''
Kurbağa hikayesinde de bu hikayede de olduğu gibi, yapamazsın, beceremezsin diyenlere inat, gölün kenarında duran, boş boş ''ah vah'' edenlere dönüşmemek için umudu aramaya, gölün içine dalıp, elimizi uzatmaya devam etmeye var mısın?
HAFTANIN ŞARKISI
Kendi Yoluma Gidiyorum adlı şarkım ''Ben zorunda mıyım senin seçtiğin yoldan gitmeye?'' diye başlıyor...
Değiliz tabi ki de! Kendi yolumuz var bizim. Gidemezsin diyenlere inat hem de!
HAFTANIN SÖZÜ
''Yıkıcı ve küçümseyici eleştiri, eleştirilenden ziyade eleştiren hakkında fikir verir.''
Psk.Dr. Özgür Erdem Arıcı
Ben de şunu ekleyeyim: Eleştiri, yapıcı olmak amacıyla yapılırsa gerçek eleştiridir... Öbür türlüsü, eleştiri yapanın kendi egosunu tatmin etmesinden ibaret...
HAFTANIN FİLMİ
"Her şey Her Yerde Aynı Anda"
Filmin konusu ne mi?
Tam da adı gibi, bu filmde her şey, her yerde, aynı anda gerçekleşiyor. O yüzden size konusunu söylemeyeceğim. Hayatımda izlediğim en yorucu, en tuhaf ve en iyi filmlerden biriydi. Üzerine saatlerce yazıp sohbet edebilirim. Sizden tek ricam, ilk yarım saat, karşılaşacağınız kaos karşısında korkup izlemeyi bırakmamanız. Çünkü film gerçekten karman çorman gibi gözükse de, katman katman açılıp sizi eninde sonunda yakalamayı becerecek.
Söz veriyorum;)
HAFTANIN DİZİSİ
The End Of The F***ing World:
Netflix'te izlediğim ilk andan itibaren bayıldığım ve bölümleri tek gecede tükettiğim bir İngiliz kara mizah dizisi bu.
17 yaşındaki James ve en az onun kadar tuhaf sevgilisi Alyssa'nın hikayesinde, olduğu gibi olan, hatta bu yüzden toplumun dışına itilmiş, ama yine de tüm kaybolmuşluğun içinde birbirini bulup tutunan, kendilerine has iki ergenin hikayesini izleyeceksiniz.
Bugünlerde herkes birbirinin kopyasına dönüşmüşken, kendi olabilmeyi başaran bu iki karakteri ben çok sevdim.
Sevgili okuyucu;
Bültene destek olmak istiyorsan lütfen profilinde, sayfalarında, gruplarında paylaş. Ailemiz büyüsün:)
Sevgiler, iyi haftalar.
AYDİLGE
NOT: Eğer senin de hayatta karşılaştığın zorluklar ve mücadelenle ilgili benimle paylaşmak istediklerin varsa lütfen bulten@aydilge.net adresine mail at.
Sizden gelenler köşesinde bazılarını yayınlamaya başlayacağım.