İkinci Bültenden Merhabalar
Sevgili Okuyucu;
Müzik aracılığıyla kurduğumuz bağın, senin için hazırladığım haftalık içeriklerle daha da güçleneceğini umut ederek ikinci bültenimi paylaşıyorum.
Hayata, sanata, psikolojiye dair yazılarımı, müzik, kitap, dizi/film önerilerimi bulabileceğin bu bültenin yeni sayısında ''Neden Hep Yanlış İnsanları Seçiyoruz?'' sorusuna yanıt bulalım istedim...
İkinci Bültenden Merhabalar
Sevgili Okuyucu;
Müzik aracılığıyla kurduğumuz bağın, senin için hazırladığım haftalık içeriklerle daha da güçleneceğini umut ederek ikinci bültenimi paylaşıyorum.
Hayata, sanata, psikolojiye dair yazılarımı, müzik, kitap, dizi/film önerilerimi bulabileceğin bu bültenin yeni sayısında ''Neden Hep Yanlış İnsanları Seçiyoruz?'' sorusuna yanıt bulalım istedim...
Ne geliyorsa başımıza iyi niyetimizden geliyor değil mi? Dostlarımızı, anne, babanmızı, sevgilimizi mutlu etmek için koşturup duruyoruz ama kimseye yaranamıyoruz.
Bizi üzen, acı çektiren, değer vermeyen insanlar giriyorsa sürekli hayatımıza, belki de alttan alta hak ettiğimizin ancak bu olduğuna inanan bir tarafımız vardır.
Eğer çocukluğumuzdan itibaren değersiz olduğumuza inandırıldıysak, ya da bize kötü davranılmasını normalleştirdiysek, yetişkin olduğumuzda da yine bize tanıdık gelen durumlara ve insanlara meyil ederiz. Tanıdık olan mutsuzluklar acı da verse, yeni ve bilinmez olandan daha güvenli gelir. Aile içi şiddet görenlerin, büyüdüklerinde de yine onlara kötü davranan insanlara yakınlık duyma sebibi de budur. Çocukluktan itibaren değersiz olduğumuza inandırıldığımız için yetişkinlikte de bize değersizmişiz gibi davranan insanları çekici buluyor olabiliriz.
Bize gerçekten değer veren biriyle karşılaşınca şaşırıp bocalamamız da ondan... Hatta ilişkiyi kendi elimizle sabote etmeye bile başlayabiliriz. Çünkü ''benim gibi değersiz birini beğenen kişi de ancak benim gibi değersiz biri olabilir'' der bir yanımız. O yüzden de bize kötü ya da ilgisiz davrananlar, daha çekici gelir bize...
Peki Neden?
Erken yaşlarda, ailemiz tarafından yeterince sevgi görmeyip, sürekli eleştirildiysek, yaptığımız işler takdir görmediyse, ya da hep komşunun oğluyla, kızıyla karşılaştırıldıysak, bütün bunları çevremizin yanlış tutumu olarak değil, kendi yetersizliğimiz olarak algılamış olabiliriz.
Ve işte o kafamızda yücelttiğimiz, bize çok da değer vermese de peşinden koştuğumuz kişiyi, bizi sevmeye ikna edersek, sanki her şeyi düzeltebileceğimizi düşünürüz. Böyle zor biri bizi severse, tüm dünyaya ve kendimize zoru elde edebilecek kadar değerli olduğumuzu ispatlamış olacağızdır sanki. Bize kendini değersiz hissettirenleri haksız çıkarmış olacağızdır. Ama tabi sandığımız gibi olmaz. Sonuçta bizi gerçek anlamda sevmeyi beceremeyen ya da sevmekten korkan birini elde etmeye çalıştığımız için yine kendimizi sevilmediğimiz bir ilişkinin kısır döngüsünde buluruz.
Belki de arızalı, sorunlu tipleri bularak, kurtarıcı rolü oynamak da hoşumuza gidiyor olabilir. Onları iyileştirmeye çalışırken, aslında onlar üzerinden kendimizi tamir etmeyi umarız. Ailemizle, yaşamla olan arızalarımızı, o kişiyi iyileştirerek gidermeye çalışırız. Onu düzeltirsek, elde edersek, biz de iyileşeceğizdir sanki.
Çünkü hayatımızın merkezine kendimizi koymanın, kendimizle ilgilenmenin bencillik olduğunu öğrettiler bize. Hayallerimizin peşinden koştuğumuzda, ayıpladılar belki bizi. İşte o yüzden biz de hayatımızın merkezine kendimizi değil, hep başka birini koymaya alıştık. Sevilmek, güvenilmek, dinlenilmek, onaylanmak gibi tüm ruhsal ihtiyaçlarımızı o kişiden almaya çalıştık.
Nasıl çıkılır bu kısır döngüden?
Bizi incitenlerden intikam almak, had bildirmek, ya da kendimizi iyice ezik hissedip, aşağılayıp durmak hiçbir işe yaramadı şimdiye kadar... Hep aynı hayal kırıklıklarını, aynı tip yanlış ilişkileri yaşamaya devam ettik. O zaman ilk adım olarak kendi ihtiyaçlarımızı ve kendimizi sabote etmemize neden olan, içine düştüğümüz kısır döngüleri fark etmemiz lazımdır belki de.
İşe aşağıdaki soruları sorarak başlamaya ne dersiniz?
- Kendini değersiz hissettiğin için sana değersizmişiz gibi davranan insanları buluyor olabilir misin?
- Arkadaşlar ya da sevgilin üzerinde kurduğun baskı, gerçekten onları sevdiğin için mi, yoksa yalnız kalmaktan korkup, bu korkunu onlarla yatıştırmaya çalıştığın için mi?
- Hayattan alamadığın doyumu ve onaylanma açlığını, onlardan talep ettiğin ilgi ve sevgiyle doyurmaya çalıştığın için mi?
- Onlara sürekli iyilik yapman, tabiri caizse saçını süpürge etmen, gerçekten onları sevdiğin için mi yoksa onlar vicdanen mahcup hissedip, seni bırakmasınlar diye mi?
- Senden ayrılmak ya da mesafe koymak isterlerse, ''Ah ne kadar iyi insan aslında, benim için neler yaptı, nankörlük ediyorum'' diyerek kararlarından caysınlar diye mi?
- Hep arızalı tipleri bulmanın nedeni, gerçekten onları iyileştirmek için mi yoksa, onlarla uğraşırken aslında kendi sorunlarınla yüzleşmekten kaçabildiğin için mi?
İnsan, karşısındakini iyiliği ile ezmeye başladı mı, aşırıya kaçan iyilik, kötülüğe dönüşür. Üşürken sıcak suyun iyi hissettirip, bir noktadan sonra yakmaya başlaması gibi. Bir annenin verici olma bahanesi altında çocuğunu kendi ayakları üzerinde duramayan biri haline getirmesi gibi. Bir kadının sevgilisine bütün sevgisini vermeye çalışırken, kendini sevmeyi unutması gibi.
HAFTANIN SÖZÜ
Lao Tsu diyor ki;
''Tanrı size istediğiniz insanları değil, ihtiyacınız olan insanları verir. Kimi sizi inciterek, kimi severek, kimi terk ederek, kimi ise yardım ederek olmanız gereken insan olmanızı sağlayacaktır''.
HAFTANIN TAVSİYESİ
Kimseye haddinden fazla iyilik yapma, çünkü haddini aşan her şey zıddına dönüşür. Aşırı iyiliğin altında o kişi ezilebilir. Ve kimse, ezik hissettirilmekten hoşlanmaz. Fedakarlığının dozu kaçtı mı, senin için bir ego tatmine dönebilir. Ya da sen tamamen iyi niyetli olsan da, karşındaki kendini sana karşı borçlu hissedebilir. Ve kimse alacaklısının etrafından olmaktan hoşlanmaz.
HAFTANIN ŞARKISI
''Neden hep yanlış insanlar giriyor hayatıma? Neden ben?'' diyorsan, yalnız olmadığını hisset diye bir şarkım var. Adı üstünde ''Yalnız Değilsin'':)
''Bazen umutların tam tükendiğinde, her gecenin sabahı var, yeter ki sen gülümse...''
HAFTANIN FİLMİ
"Toc Toc"
İspanya yapımı bu absürt komedi filmi, bu hafta en çok güldüğüm film oldu. Psikolojik rahatsızlıkları olan insanları daha iyi anlamak, hatta hepimizde az çok bulunan takıntılara farklı bir bakış açısıyla yaklaşabilmek ve aslında insan olmanın cilvelerine kahkaha ile gülüp hem de şefkat duyabilmek için harika bir film. Netflix'te izleyebilirsiniz.
HAFTANIN DİZİSİ
"You"
Bu hafta neden yanlış insanları seçiyoruz diye konuşurken YOU dizisini önermesem olmazdı. Baş karakterimiz, tam bir doğru insan görünümlü yanlış insan olan Joe Goldberg (Penn Badgley). Onun tuhaf aşklarını ve gittikçe hastalıklı hale gelen takıntılarını izlemek inanılmaz heyecan verici. Üstelik yönetmen öyle iyi ele alıyor ki konuyu, ister istemez bu hastalıklı adama sempati duymadan edemiyorsunuz. İlk üç sezon Netflix'te. Dördüncü sezon ise 9 Şubat'ta yayında olacak. Dört gözle bekliyorum.
Sevgili okuyucu;
Bültene destek olmak istiyorsan lütfen profilinde, sayfalarında, gruplarında paylaş. Ailemiz büyüsün:)
Sevgiler, iyi haftalar.
AYDİLGE
NOT: Eğer senin de hayatta karşılaştığın zorluklar ve mücadelenle ilgili benimle paylaşmak istediklerin varsa lütfen bulten@aydilge.net adresine mail at.
Sizden gelenler köşesinde bazılarını yayınlamaya başlayacağım.